8 Ekim 2015 Perşembe

Russia's March Towards Gulf via Syriaq: Khamenei's Call and Putin's Muscles

Dr. Mehmet Akif Okur  Assoc. Prof. / Gazi University-Ankara



There are lots of analysis trying to interpret Russia's intervention to Syrian civil war and preparations to widen its military presence through Iraqi territory within the narrow contexts of the Syrian problem, anti-ISIS struggle or, Putin's maneuver to gain the upper hand in a future bargain with the West over the Ukraine and related issues. Not a few of them also share the expectation that Russia cannot bear the financial burdens of the campaign, which has a potential to wade Moscow into a quagmire as was in Afghanistan. But, in my opinion, these interpretations are incomplete in many respects like focused actors, the planned reach and possible impacts of the pursued Russian/Iranian strategy which we may just witness the first phase of it.

First, there's a reasonable basis to think that this is not a unilateral Russian game plan, but a joint Russian/Iranian strategy. We need to open a larger space for Iran in the analysis to have a clear understanding about "the big picture". Let's look the sequence of events: The intensification of Russian military buildup in Syria came after the nuclear agreement between P5+1 and Iran. During the hot debates in the U.S. Congress about the deal, the famous commander of the IRGC, Qassem Suleimani, reportedly visited the Moscow, twice. After the blockage of the last bid aiming to kill the Iran deal in the U.S. Senate, Russia has begun to show its growing muscles in Syria.

The main goals of the core Iranian establishment are preservation of the regime and building a sphere of influence by playing a major regional role in the remaking process of the Middle East. To reach those aims, the Iranian establishment needs to satisfy domestic demands and have the ability to finance ongoing and future military campaigns abroad. Khamenei has looked to the nuclear deal promising the lifting of the sanctions as a practical leverage which can provide necessary financial/material means and more advantageous geopolitical position to Iran in this critical conjuncture of the Middle East. 

On the other side of the coin, "gradual transformation of the Iranian regime through increased interactions" is among the unspoken expectations of the United States. The opening of Iran through the flow of western investment, technology and "ad hoc" partnerships in some crisis zones could socialize some segments of the elites and empower the moderate political forces. The acceptance of the limited Iranian intervention in Iraq was a signal to main conservative force of the regime, IRGC, showing the mutually beneficial cooperation possibilities in the region.

But, there is no change in the determination of the core establishment to use the fruits of the nuclear deal as a supporting instrument for the regime rather than to open the way for a process of internal reformation and deeper reconciliation with Washington. So, following a strategy to balance United States with Russia is the logical outcome of this reasoning.

Russia's huge military capabilities, diplomatic position in the international system and Iran's various assets, including the web of regional alliances and proxies complete each other. And in the near future, it would not be a surprise to see Russian aircraft in the skies of Iraq and beyond. Syrian intervention has opened Russia not just the shores of the Mediterranean, but also the road goes to the Gulf. We may feel the effects of this game changing move from Egypt to Bahrain and Yemen, although with different ways and intensities. 

It is possible to argue against above pictured portrait by indicating the limited economic capabilities and internal weaknesses of Russia and the expected resistance of the counter forces both from and outside of the region. Although some of these objections are based on solid grounds, we need to take other possibilities into consideration . Middle East offers unique fortunes  to intervening great powers. Oil/gas rich rival states in the region are accustomed to use billion dollars of deals to improve relations with the great powers which are able and intend to change delicate strategic  balances in the region. So, the Gulf with its immediate neighborhood is neither Afghanistan nor Ukraine. Besides this, the size of the joint oil reserves, Russia, Iraq and Iran may inspire a new resource strategy aiming to influence price and trade mechanisms of global oil markets. If US will insist on stepping aside, other oil producing states, mainly from the Gulf region but not limited with them, may choose to jump on the nuclear power led bloc's bandwagon. 

For now, such kinds of hypothetical scenarios are not at our doorsteps. Russia/Iran axis has to face with multiple hard to hurdle strategic problems until gaining "order building" status in the region. But, if the  planned operations in Syriaq will create successful results contrary to general expectations, this Russia/Iran led coalition could have enough courage to imagine the unimaginable.

Rusya'nın Suriye’ye Müdahalesi ve ABD: Putin'in Meydan Okuyuşu Amerikan Politikalarını Nasıl Etkileyecek?

Doç. Dr. Mehmet Akif Okur

İnsanlık tarihinin büyük kırılma ânlarıyla yüzleşen kuşakları iki önemli talihsizlik beklemektedir. Bunlardan ilki, yaşadıkları çağı muazzam alt üst oluşlara sürükleyen hadiselerin tekilliklerine hapsolmaktır. Şuradaki savaş, buradakilerin göçü, orada meydana gelen ekonomik kriz... Bu türden hadiseler yalnız başlarına ele alındıklarında, daha önceki benzerleriyle kıyaslanır ve telaş uyandırmayan tahlillerle yorumlanırlar. Söz konusu tekilliklerin beraberce ne kadar önemli bir resmi tamamladıkları ise ancak tetikledileri büyük değişimden sonra farkedilir. Hadiseleri gün gün tecrübe edenler, yaşadıklarını anlamlandırarak çağa şahitlik etme fırsatını kaçırmışlardır. 

İkinci talihsizliğin kaynağı ise ilkinin kurbanı olma korkusudur. Büyük resmi kaçırma kaygısı, geleceğin kuruluşunda fevkalade roller oynayamayacak tekilliklere sık sık abartılı ve heyecanlı manalar yüklenmesine sebep olur. “Büyük Resmin” idraklerde, tarih kitaplarındaki uzak geçmişe dair hükümlere benzer biçimde, hemen ve topyekûn karşılık bulacağı beklentisi tarafından beslenen acelecilik de söz konusu perspektif zaafında pay sahibidir. Peki, bu “çifte kusurun” zihin gözümüz üzerindeki gölgesinden sakınmaya çalışarak Suriye iç savaşının Rus müdahalesiyle girdiği güzergâh hakkında ne söyleyebiliriz? Kısa cevabımızı şöyle özetlememiz mümkün; çatışma ve rekabet kadar, uzlaşma ve işbirliğine âit karelere de yer vererek dünya düzeninin aktüel çehresini tasvir eden dengeli bir kolaj yapmaya çalıştığımızı varsayalım. Artık söz konusu tabloda istikrarsızlığı sembolize eden hakim desen, belli başlı tüm kaotik kareleri birleştirerek hızla genişleyen Suriye iç savaşı olurdu. Kıvılcımlarını topraklarımıza da savurmaya başlayan bu yangının gelecekteki istikametini, küresel dinamiklerle ilişkilerinden yerel bağlamlarına uzanan geniş bir yelpazede tahlile muhtacız. Zira; PKK terörü gibi yüz yüze olduğumuz temel tehditler ve dünya sistemiyle ilişkimizin müstakbel karakteri dahil bir dizi meselenin seyri, Suriye/Irak alanındaki gelişmelerden etkilenerek belirlenecek.

Önemine böylece  işaret ettiğimiz yukarıdaki sorunun cevabını aramaya, en azından ana aktörlerin pozisyonları/niyetleri, güç ve kapasiteleri, rakiplerinin hamlelerini yorumlayış biçimleri vb. üzerinde durarak başlamak gerekiyor. Ancak makalenin sınırlılıkları sebebiyle başlıca oyunculardan yalnızca birinin, ABD’nin muhtemel tavrına ilişkin bazı değerlendirmeler yapmakla yetineceğiz. 

Putin’in hamlesini büyük retorik tepkiler vermeden izleyen Amerikalıların öncelikle şunu anlamaya çalıştıklarını varsayabiliriz. Moskova, yalnızca Suriye krizinin dar parametrelerine göre mi hareket ediyor, yoksa adımlarını bölgesel ve küresel bağlamları olan bir plan esasında mı atıyor? Her ne kadar Obama yönetiminin Suriye’deki Amerikan angajmanını derinleştirmeme refleksi, ilk izaha tutunup Rusya ile rasyonel uzlaşmalar arayan bir diplomasi trafiğini öne çıkarsa da işin renginin değişmeye başladığını gösteren emareler de var. Rus savaş uçaklarının ilk etapta IŞİD’i değil de muhalifleri hedef almaları ve Rus generallerin Bağdat'ta boy göstermeleri gibi bir dizi veri, Washington'daki tartışmaları “büyük güç rekabeti” perspektifine doğru yönlendiriyor. 

ABD’nin Suriye'deki gelişmelere “büyük güç rekabeti” penceresinden yaklaşmaya başlaması halinde  beklenilebilecek politika değişiklikleri hakkında fikir yürütebilmek için bir-iki noktaya değinmek gerekiyor. Dünya düzeni açısından kritik coğrafyaların üsler vb askeri alt yapılar ile anahtar müttefikler üzerinden ayakta tutulan güvenlik şemsiyesiyle denetimi, Soğuk Savaş yıllarından başlayarak inşa edilen küresel Amerikan jeopolitiğinin temel sac ayakları arasındaydı. Günümüzde ABD, bu coğrafyaların en önemlilerinde; Avrupa, Ortadoğu ve Uzakdoğu’da gittikçe şiddetlenen meydan okumalarla karşı karşıya. Rusya Ukrayna’da ve Çin desteğiyle Suriye'de, Çin ise Doğu Asya'da Amerikan nüfuz sistemini “dışardan” sarsıyor. ABD’nin söz konusu bölgelerdeki anahtar müttefikleriyle ilişkilerini gevşeten pürüzler de artıyor. Ukrayna krizinde Almanya başta olmak üzere Avrupalıların yumuşak tepkileri, Suriye/Irak’ta derinleşen çatışmalar ve İran’la nükleer anlaşma sürecinde İsrail, Körfez ve Türkiye ile açılan mesafe, ittifaklar sisteminin “içindeki” sorunları gösteren aktüel örnekler. Obama yönetiminin yükselen güçler ve eski müttefiklerle ilişkileri tanzim için tasarladığı, detayları bu yazının dışında kalan strateji ise ABD’yi taraf olmak istemediği bazı çatışmalardan uzak tutsa da jeopolitik rakiplerinin hızını ve Amerikan nüfuz küresinin parçalanışını durdurmuyor. Rusya'nın Suriye'deki hamlesi, bu sürecin en son halkası. Putin, anahtar müttefiki İran’la beraber, yalnızca zayıflayan Esed rejimini ayakta tutmakla sınırlı adımlar atmıyor. Tahran-Şam-Bağdat'tan Kahire'ye ve Körfez'e uzanan hatta, açık/örtülü askeri işbirliği anlaşmaları ve silah ticaretiyle ABD’nin güvenlik yapılanmasına rakip yeni bir bölgesel düzene giden yol da açılmaya çalışılıyor. Tekil jeopolitik gerilim ve çelişkiler arasında köprüler kurulurken Suriye/Irak alanı hızla büyük güçler ve irili-ufaklı müttefiklerinin merkezi yüzleşme coğrafyasına dönüşüyor. Karşımızdaki manzaranın Soğuk Savaş yıllarına âit jeopolitik kurgular/ilişki biçimleriyle birebir örtüşmeyişi ve rakip oyuncuların göreli kazançlarını tescil için pazarlık masasına yakın duruyor gözükmeleri bizi yanıltmamalı. Soğuk Savaş, “büyük güç rekabetinin” tezahürlerinden yalnızca biriydi. Üst düzeyde ekonomik münasebete sahip, belirli alanlarda çatışırken diğerlerinde işbirliği yapmaya çalışan aktörlerin, çözüldüğü ve geride kaldığı düşünülen tekil krizlerin tortuları üzerinden nasıl büyük gerilim ve çatışmalara savrulduğunu gösteren tarihsel örnekler de mevcuttur.

İçinden bakıldığında Ortadoğu’daki gelişmeleri nasıl göstereceğini özetlemeye çalıştığımız “büyük güç rekabeti” perspektifinin karar mekanizmalarında karşılık bularak Washington’a hakim olması halinde, Suriye/Irak’taki dengelerin Rusya ve müttefikleri lehine değişmemesini esas mesele, iç savaşla ilişkili diğer problemleri ise daha tali hususlar sayan yeni bir stratejik bakışla karşılaşabiliriz. Temel sorun olarak IŞİD vb yapıları gören mevcut Suriye politikasından, bu örgütlerle zamana yayılmış şekilde mücadeleyi sürdürürken Rusya ve müttefiklerine büyük bir zafer vermemeye odaklı yeni bir stratejiye geçişin Ankara’yı yakından ilgilendiren sonuçları olacaktır. Örneğin; tavır ve temaslarıyla Rusya/İran ekseninin doğal müttefiki olduğunu ortaya koyan PYD/YPG’ye bakış Washington nezdindeki konjonktürel önemi artacak Türkiye lehine değişebilir. Bundan başka, Suriye muhalefetinin şimdiye dek kulak arkası edilen bazı önemli taleplerine karşılık verildiğini de görebiliriz. Ancak öte yandan Türkiye, büyük riskler almasını gerektirecek bazı talepleri de önünde bulabilir.

Kısa vadede Obama yönetimi, Rusya ile gerginliği hızla arttırmaktan kaçınıp, bir vekalet savaşına taraf olmayacağını vurgulasa da, ABD’nin “hibrid savaşlar” çağına uygun cevap üretme arayışına girebileceğini hatırda tutmak gerekiyor. Ayrıca, Rusya'nın Suriye’deki çatışmalara doğrudan ya da paramiliter unsurlarıyla karadan katılma ihtimalini de yok sayamayız. Yani tırmanarak bizi, “insanlık tarihinin büyük kırılma ânlarından” birinin hiç istemeyeceğimiz biçimde parçası yapabilecek gelişmelerin menziline girdik. Bu badireyi atlatabilmek için Türkiye’yi “Büyük güç rekabeti”nin çatışmaya dönüştüğü coğrafyalar arasına sokmamak gibi hedeflere sabitlenmiş sağlam bir stratejik pusulanın yol göstericiliğine ihtiyacımız var.

1 Ağustos 2015 Cumartesi

İnkâr Korkusundan Teslimiyete: "Sürecin" Çözücü Dili Üzerine / Doç. Dr.Mehmet Akif Okur

Türkiye, yaklaşık son üç senede adı hususunda bile mutabık kalamadığımız "Sürec"i rafa kaldırırken bir muhasebe yapmaya da çalışıyor. Evlerimizi her gün yeni şehit haberleriyle mateme gark eden terör dalgası karşısında güvenlik kalkanını omuzlamak mecburiyetinde kalan Ankara'nın önce sıcak krizi atlatmasını sağlayacak bir krokiye, ardından ise "Sürec"i başarısızlığa sürükleyen sebeplerin kapsamlı tahliline dayalı ayrıntılı bir yol haritasına ihtiyacı var.

Nitekim, medya ve siyaset üzerinden yürüyen tartışmalara baktığımızda bu doğrultuda bir hareketlenmenin yaşandığını görüyoruz. Ancak, henüz duygusal/siyasi "reaksiyonların" ötesinde metodik derinliğe sahip önerilerin aleniyet kazandığını söylemek zor. Bu çerçevede, eski politikanın temel mantığını savunurken problemin yalnızca kötü uygulamadan kaynaklandığını  ileri sürenleri de reaksiyon parantezi içine yerleştirdiğimizi belirtelim. Mesela; İngiltere'nin IRA, İspanya'nın ETA vb deneyimlerine ait hatıra ve takvimleri referans alan kimi eleştiriler, "prosedür" düzeyinde sorunlar yüzünden Sürecin tıkandığı zannından hareket ediyorlar. Oysa ihtiyaç duyduğumuz şey; daha ileri bir derinlikten, bize mahsus "yapısal" özellikleri merkeze alarak bahse konu örnekleri sorgulayacak ve karşımızdaki problemle kıyaslanabilir sonuçlar çıkarmamıza imkan verecek bir zihnî süreç. Örneğin IRA meselesine baktığında; Türkiye ve İngiltere'nin dünya sisteminin güç hiyerarşisi içindeki birbirinden uzak konumlarını, Kuzey İrlanda'nın özel statüsünü ve çatışmanın iki taraflı değil üçlü karakterini vb de görüp değerlendirecek bir perspektife sahip olabilmeliyiz. Bu sayede, Süreç deneyimlerinin yüzeyden bakıldığında aktarılabilir gözükürken yakından incelendiğinde değişik meselelere ait bağlamlarda aksi istikamette neticeler doğuracağı anlaşılabilen tabiatlarını keşfedebiliriz. 

İşaret ettiğimiz zihni yaklaşım; yürümek mecburiyetinde olduğumuz yeni yolun taşlarını, son durağında bizi tarifsiz acılara garkeden eski güzergahtakinden farklı bir mantıkla döşememiz gerektiğini ihtar ediyor. Meselemizi çözecek bir "yeni yol" teklifine dair temel mantığın sistematik tasviri, bu yazının konusu değil. Henüz, kamuoyunun "ne yanlış gitti?" sorusunun etrafında dolaştığı günlerdeyiz. Karşımızdaki problemin en kolay anlaşılabilen/anlatılabilen güvenlik boyutuyla ilgili değerlendirmeler dikkatleri öncelikle celbediyor. Ancak, üzerinde kafa yorulması gereken hususlar sert güvenlikle sınırlı değil. PKK'yı eskiye nisbetle daha güçlü ve pervasız bir terör örgütü haline getiren "Çözüm/Çözülme Süreci"ne ait parametrelerin yapı söküme tabi tutularak eleştirilmeleri, yeni yolun inşâsı için gerekli ilk uğrak olarak karşımızda duruyor.

Başlangıç olmak üzere, Sürecin yaygınlaştırdığı siyasi dilin sorunlarına bir-iki örnek üzerinden dikkat çekmek istiyorum. Bunlar, "inkârcılık" ithamından kurtulma kaygısının Sürecin söylem çatısını nasıl Kürt milliyetçiliğinin diline teslim ettiğini gösteriyor. Meramımı, daha önce Kürdinsan /Kürdistan kavram çiftiyle formülleştirmeye çalıştığım ikilem üzerinden anlatmaya çalışacağım(Kürdinsan’ı ilk kullanan kişi Vahdettin İnce. Ancak,bu  ifadeye atfettiğimiz anlamlar arasında farklılıklar var). Bunlardan ilki bir etnik kimliğe sahip olma halini, ikincisi ise söz konusu kimliği merkeze alan milliyetçi bir siyasi projeyi simgeliyor. Süreçte esas alınan temel varsayımlardan biri; Kürdinsana ait kimlik tezahürlerinin kamusal alandan dışlanması sebebiyle Kürdistan projesinin güç kazandığı iddiasıydı. Öyleyse, Kürdinsanın kimliğini onaylayıp görünür kılan bir söylem stratejisi, Kürdistan talebini zayıflatacaktı. Fakat, Süreç bu varsayımı doğrulamadığı gibi, Kürdistan projesini savunan siyasi aktörlerin eskisinden de fazla kuvvetlenmesine sebep oldu. 

Bu manzaranın oluşmasında, devletin bölgedeki güvenlik tekelini esnetişinden ülke genelindeki siyasi kutuplaşmanın şiddetine kadar bir dizi faktörle birlikte Süreçte uygulanan söylem stratejisi de etkili oldu. Bu strateji, etnik kimliği görünür kılarak olumladıktan sonra ülkenin kalan kısmıyla ortaklıkları vurgulayan bir seyir izlemedi. Bu yönde girişimler olduysa da, "red ve inkâr" ithamından kurtulmak için Kürdistan projesinin sahipleriyle yürütülen rekabet Kürt milliyetçiliğinin söylemine "teslimiyet" ile son buldu. PKK ile yaşadığımız çatışmanın temel dinamiklerine dair yanlış kabullerin parametrelerini çizdiği "siyasi doğruculuk", Kürt kökenli vatandaşlarımızı etnisite esasında siyasallaşmaları için teşvik eden bir söylemi yaygınlaştırıp doğallaştırdı.

Çok göz önünde, Sürecin adeta sloganına dönüşmüş bir örnek verelim: "Türk-Kürt Barışı". Bu ifade, Sürecin sonlandırma iddiasını taşıdığı çatışmayı etnisite merkezli olarak tarif ediyor. Zira, Savaş, ancak kimliğe dayalı husumet sebebiyle Türkler ve Kürtler arasında  köylerde, mahallelerde vb yaşanmış ise Barış da bunlar arasında tesis edilebilir. Örneğin, Boşnak-Sırp Savaşı/Barışı anlamlı bir ifade. Fakat, Türkiye'de PKK terörünün yol açtığı çatışmanın bir etnisiteler savaşı olduğu hükmü gerçeği yansıtmıyor. Türkiye'deki çatışma, devletle örgüt arasındaydı. PKK tüm Kürtleri temsil etmiyor ve kurucu kadrosundan başlayarak Kürt olmayanlara da dayanıyordu.Türkiye ise etnik, yani belirli bir etnisiteye (örneğin Türkmenlere) diğerleri üzerinde yönetme imtiyazı tanıyan bir devlet değildi. Nitekim Türkiye'nin Kürt kökenli vatandaşlarının büyük bölümü, PKK terörüne karşı devleti destekledi. Bu gerçeğe rağmen, Barış temasının sürekli etnik aidiyetler üzerinden konuşulması, çatışmanın tarihinin de geçmişe ve geleceğe doğru zihinlerde yeniden yazılmasına yol açtı. Terörle mücadelenin en çetin dönemlerinde PKK'ya küçük bir sempati bile duymayan geniş Kürt kitle, devlet eliyle Öcalan'ın yüceltilişini ve PKK'nın dağa çıkış gerekçelerini makulleştiren yeni siyasi dili önce tepkiyle karşıladı. Ardından da kendisini sorgulamaya başladı. PKK'ya hiçbir zaman Kürt etnisitesinin temsilcisi nazarıyla bakmamışlardı. Bu yüzden, devletin yanında saf tutuşlarını da "Kürtlüğe karşı bir tavır" saymamışlar, Anadolu mayasının gereği birlik-beraberliğe verilen destek olarak  anlamlandırmışlardı. İlk şok ve kızgınlık, zamanla yerini yeni durumun kabullenilişine bıraktı. PKK bağlantılı siyaset karşısındaki refleksler sönmeye başladı. Devletin "Çözüm" dediği şey, Kürdinsanın kalbini örgüt propagandasına kapalı tutan düğümleri "Çözdü" ve Kürdistan'a doğru çevirdi. Bu noktada, müstakil  bir yazının konusu olan, benzer nitelikte bir zihnî/psikolojik sarsıntının Türk milletinin geniş kesimlerinde hissedildiğini de belirtelim.”Türk-Kürt Barışı” sözünün bağrında gizlediği zehirli  manayı, terörle mücadeleye dönmek mecburiyetinde kaldığımız şu günlerde kavram karşımıza tersten konulunca daha iyi farkediyoruz: “Türk-Kürt Savaşı”

Süreçte çok yaygın bir diğer ifade, "Türk-Kürt Barışı"nın fonksiyonunu tamamladı: "Kürt Siyaseti/Kürt Siyasi Hareketi". Öncelikle şunu belirtelim; PKK hareketinin siyasi kanadı için kullanılan "Kürt Siyaseti" ampirik gerçekliğe tekabül etmeyen, akademik sınamalardan geçemeyecek toptancı bir tanımlama. Burada, HDP'yi ve bu hareketin daha önceki partilerini göz önüne alarak şunu söylememiz yeterli. Kürtlerin ancak bir bölümü bahsettiğimiz partilere oy veriyor. Söz konusu partilerin seçmenlerinin kayda değer bir kısmı Kürt etnisitesinden gelmiyor. Ayrıca, bu partiler fiilen etnikçilik yapsalar da, resmi metinlerinde bunu reddediyorlar. Kürt milliyetçiliğini daha doğrudan sahiplenen başka oluşumlar mevcut. Ama her nedense bunlar, “Kürt Siyaseti”nden bahsedilirken buharlaşıyor.

Hâl böyle iken "Kürt Siyaseti" kavramını icâd edenler, analitik yönünü değil ideolojik/propagandaya müsait mahiyetini hesap etmiş olmalılar. Atıf yaptığı hareketi milliyetçi olarak işaretlemeden, bir etnisitenin yegâne/hegemonik temsilcisi ilan eden "Kürt Siyaseti" tabiri, Kürt etnisitesinden gelmekle PKK hareketine mensup olmak arasındaki ilişkiyi doğallaştırıyor. Ayrıca, "Türk-Kürt Barışı"nda olduğu gibi, "Kürt Siyaseti"nin ancak dışardan temas edeceği bir "Türk Siyaseti" de tarif etmiş oluyor. Kavramın imâ ettiği beklenti, hâlâ "Türk Siyaseti" çatısı altında kalan Kürdinsanın da zamanla yerini yadırgamaya başlaması ve PKK hareketine yönelmesi.

Başka herhangi bir etnik/milli aidiyetin siyaseti tarif edici niteleme olarak kullanılmasına şiddetle itiraz eden bazı liberal ve İslâmcı çevreler, "Kürt Siyaseti" ifadesini telaffuzdan ise haz alıyorlar. Şüphesiz, kavramın fonksiyonunu dikkatsiz kullanıcıyı rahatsız etmeyen bir doğallıkla ve hizmet ettiği mecrayı doğrudan işaret etmeden icrâ ediş kudretine mâlik oluşu söz konusu rahat tavırda pay sahibi. Ancak mesele,  yalnızca bu masum gerekçeyle izah edilemeyecek Türkiye'deki aydın muhitlerinin sosyolojisi üzerinden değerlendirilmesi gereken boyutlara sahip. 

Son olarak şu noktanın altını bir kez daha çizelim. PKK saldırılarıyla tarihi bir kavşağa sürüklenen Meselemize hâl çâresi olabilecek "yeni bir yol" aranırken şimdiye dek uygulanan pek çok politikanın temel varsayımlarından başlanarak masaya yatırılması gerekiyor. Süreçte kullanılan "dil" de bunlar arasında. Hem unutmamalıyız; dil yâresini andıracak yâre bulunmaz...